Marquis de Sade ile Erdemsizlik Üzerine

Paylaş

Yatak Odasında Felsefe isimli kitabını okumadan önce onun hakkında bildiklerim daha kısıtlıydı. Tüm ideolojilerin hapse tıktığı, 70 küsur yıllık hayatının yaklaşık 30 yılını hapishanede, 10 küsur yılını da akıl hastanelerinde geçirmiş, 1789 Fransız İhtilali sırasında halk tarafından basılan ünlü Bastille Hapishanesinde bu isyan sırasında çıkmış sadizmin Babası. Onun hakkında bildiklerim bu kadardı.
 
Sadizm diye bir akım başlatmış, ölümünden 200 yıl sonra bile taraftar toplamış, hala adından söz ettirmeyi başarabilmiş bu adamın söylediklerine kulak vermem gerektiğini düşünüp, önyargılardan uzak, çokça merakla başladım kitabını okumaya. Kitap çok ciddi bir odaklanma gerektirmese de ciddi bir sabır gerektirdi benim için. Daha ilk sayfalarında başlayan yaşadığım mide bulantılarını bastırmak için kitabı bırakıp kirli veya temiz hava almam gerekti. Mide bulantısından kastım gerçek, fiziksel bir bulanmaydı; mecaz bir ifade değil. Adamın zevk anlayışı neden akıl hastanesinde yattığının cevabını veriyor aslında. Hapishanede yatması için sıralanan sebeplerden düşünceleri ikincil sırada geliyor. Benim bildiğimin aksine düşüncelerinden dolayı yargılanmasından önce yaptığı işkencelerden zor bela kurtulabilmiş kadın ve erkeklerin çıplak bir şekilde kaçıp imdat çığlıklarıyla polisten yardım istemeleri neticesinde oluyor. Yani başlıca sebep insanlara işkence etmesi, düşünceleri bundan sonra geliyor.
 

Sade, kitabında Dolmance isimli bir karakterin ağzından konuşuyor. Dolmance’ın söyledikleri, yazarın kendi düşünceleridir. Biz onun aracılığıyla Sade’ın fikirlerini, varsa eğer değer yargılarını öğreniyoruz. Aslında yazarın hiçbir değer yargısı yok, hiçbir erdeme inanmadığı gibi bu erdemleri de, bunu savunanları da aşağılıyor sürekli. Onun gözünde suç diye bir kavram da yok. Aslolan tek şey vardır bu da kişinin yaşadığı haz, bunu engelleyen ne varsa düşmanıdır. Bu hazza ulaşmak için yapmayacağı hiçbir şey olmadığı gibi bu hazzı beraber yaşadığı kişinin duygularını ya da o hazzı paylaşıp paylaşmadığıyla da ilgilenmez. Kişi bencil olmalıdır en nihayetinde, bu durumda partnerinin keyif alıp almadığı hiç de umurunda olmuyor.

Kitabında bahsettiği benim için önemli birkaç noktaya nasıl baktığından söz etmek istiyorum. Daha ilk sayfalarda aile kavramına dair fikirlerini konuşturur Dolmance aracılığıyla. Ona göre çocuk dünya getirmek saçma sapan bir durumdur, pek çok milletin doğan çocuklarını öldürdüklerini kendi savını desteklemek amacıyla sayar. Çocukların da anne babalarına karşı hiçbir sorumluluğu yoktur zaten. Babalarının kanıyla ve spermiyle dünyaya gelen çocuklarda babanın bir isteği söz konusu olurken anneninki sadece zevkten ibarettir. Bu noktada ilk çelişkisini görüyoruz. Kendi annesine karşı olan tüm nefretinin bu satırlara yansıdığı Sade, babayı hoş görürken anneyi bu eyleme razı olmakla sınırlar. Hatta daha da ileri giderek sadece zevk için yaptığı bir şeyin sonucunda hamile kaldığı için onu yerden yere vururken babanın da aynı zevkle yaptığını görmezden gelir. Kitabın ilerleyen sayfalarında bu anne nefretinin neden olduğu cinsiyetçi bakış açısına çokça rastlıyoruz. Eğitmekle yükümlü oldukları kızın babası onlar gibi liberten iken ve onlara bu kızlarını eğitme iznini verirken mutaassıp anne evi bastığında onu en olmadık hakaretlerle işkencelere maruz bırakırlar. Bu işkencelerde onların eğitiminden geçmiş kendi kızı önemli rol oynar. Tüm erdemlerin ayaklar altına alındığı bu son sahnelerde Sade’ın hayal gücüne şaşırarak tanık oluyorsunuz. Belki de akıl hastanesi onun için doğru yerdir diye düşündüğüm için beni de hor görmeyin lütfen. Cinsiyetçi bakış açısı anne figürü ile kısıtlı kalmıyor. Pek çok yerde kadının doğanın erkeklere sunduğu bir zevk aracı olduğunun ve kadınların sadece bu işe yaradığının vurgusunu yapar yazar. Onlar üstünde her türlü hakka sahipsinizdir.
 

Doğa hazdan sonra tüm düşüncelerini vardırdığı en önemli kavramdır Sade’ın. Tanrıya inanmadığını söylerken ilginçtir ki her orgazm sırasında Tanrı’ya küfürler eder. O noktada yok saydığı Tanrı’ya aslında kızgınlığından mı böyle konuşuyor diye düşünmeden edemiyorum. Neticede küfür bile ederken onun varlığını kabul etmiş olmuyor musunuz? Tanrı yerine Doğa’yı kabullenir, her türlü yozluğunu doğaya bağlar. “Doğa bize vermezdi” diyerek tüm akıl dışı davranışlarını haklı çıkarmaya çalışır. Doğa bize bir fikir veriyorsa yapmamızı istediği içindir, o zaman suç sayılamaz. Örneğin adam mı öldürmek istiyorsun, bunun örnekleri zaten var, üstelik doğa bunu kabul etmeseydi sana o fikri vermezdi, diye savunur kendini. Doğanın bu yasalarına karşı gelmeyi insanın ayıbı sayar. Suç teşkil eden davranışları bize doğanın verdiğini söyleyerek haklılaştırmaya çalışırken aynı doğanın insana olumlu duygular ve davranışlar ilham edebileceğini kesinlikle reddederek bir kez daha çelişir kendiyle.

 

Hiçbir şeyi suç kabul etmeyen yazara göre iftira, hırsızlık da suç değildir. Hatta ona göre hırsıza değil de malını çaldıran aptala ceza verilmelidir. Hem zaten toplumda eşitsizlik varsa hiçbir şeyi olmayan adam da her şeyi olan adama saygı gösteremez ve bu durumda ondan doğanın beklediği de çalmasıdır gayet tabii ki. Hâlbuki daha önceki satırlarda doğanın olan biten suçlar karşısında kayıtsız olduğunu ve doğaya uygun olarak herkesin bencil olması gerektiğini söyleyen de kendisidir. Her şeyi olan biri güçlüdür ve diğerlerini düşünmeyerek bencillik yapmakta haklıdır onun düşüncesine göre. Ama konu hiçbir şeyi olmayan insanın suç işlemesine gelince doğanın bencilliğini tersten görür ve onun hırsızlığını haklı çıkarır. Aslında Sade’ın tek görmek istediği kaostur. Israrla düzenden bahsetse de zengin – fakir ayrımında da toplumda kaos çıkmasını arzuladığını ve bu kaosun sonuçlarından zevk alacağını hissediyorsunuz. Çünkü onun tek derdi budur. “Kiminkine mal olursa olsun kendi varlığını korumak” derken de bu amacını ortaya sermektedir aslında. Neticede sadizmin babasından bahsediyoruz burada.
 

Cinsel konularda da hiçbir sınırı yoktur Sade’ın. Pedofili, sadomi, ensest… Bunlar aptalca kavramlardır. Zaten her erkek tüm kadınlardan yararlanma hakkına sahiptir. Kadın bunu istemediğinde doğa erkeklere gereken kuvveti verdiğine göre bu gücü de kullanıp tecavüz etme yetkisi de vermiş demektir. O zaman sorun yok. Çocuğun yaşı filan da gereksiz bir sayıdır. Onun sağlığını tehlikeye atsa bile zevk aldığı sürece faydalı ya da zararlı olması hiç önemli değildir.

 

Sade, Dolmance’ın ağzından konuşurken hiç mi bir kişi itiraz etmeyecek diye kızarken kitabın ensestlerinden Şövalye’den cılız bir itiraz yükselir. Merhametten, insanlıktan, iyilikten, vicdan azabından bahsetmeye çalışırken Dolmance onu deneyimsizlikle suçlar. İnsanların nankörlüğüyle, kalleşliğiyle onun da elbet tanışacağını söyleyerek susturur onu. Zevkin doruğundaki Şövalye’nin susup kendini hazza teslim etmesi de zor olmaz.

 

Sadizmin babasının “aptal” olarak aşağıladığı ben onun düşüncelerinden ürkmüş, şaşkınlıktan mide bulantılarını unutmuş, tüm bu düşüncelerin sağlıklı bir kafadan çıkamayacağına ikna olmuş olsam da iki nokta var ki cidden düşünmeye değer buluyorum.

“Erdemli oldukları söylenen kadınlara aldanma Eugenie. Onların tutkuları bizimkiyle bir değildir, onlar başka tutkuları dikkate alırlar ve bunlar genellikle çok daha aşağılıktır. Bunlar hırs, kibir, kişisel çıkarlar ve çoğu zaman da onlara hiçbir şey öğütlemeyen bir yaradılışın soğukluğudur. Böylesi varlıklara saygı duymalı mıyız, sorarım sana? Kendilerini sevmekten ötesini becerebilmişler mi? Kendilerini tutkular yerine bencilliğe kurban ettikleri için daha mı iyiler, daha mı akıllılar?”

 

Kendilerini bencilliğe kaptırmış kibirli bu insanların daha iyi olmadıklarını kabul ediyorum ama kitap boyunca bencilliği ve sevgisizliği göklere çıkaran yazarın bu olumlu duygularla bir yerlere varması yine bir çelişki olmuyor mu?

 

İkinci nokta sadaka konusu. “Yoksulları sadaka almaya alıştırmak enerjilerinin boşa gitmesine sebep olur; senin yardımlarını bekledikçe çalışmayı bırakır ve sadaka bulamadığında da hırsız ya da katil olurlar… Hiç sadaka vermeyin ve düşkünler evini kaldırın. Talihsizlik içine doğup sonradan bu tehlikeli desteklerden mahrum kaldığını gören kişi, dünyaya geldiği koşullardan kendini kurtarmak için doğanın tüm cesaretini, tüm kaynaklarını kullanacak ve artık sizden yardım dilenmeyecektir.” deyip Çin’de hiç yoksullar evinin olmadığının örneğini verir. Orada herkes çalışır, herkes mutludur. Ve orada herkes “yoksul da nedir” diye birbirine sorar. Çünkü bu kelimenin anlamı yoktur onlarda. Sade’ın o dönemki Çin hakkında söylediklerinin ne kadar gerçek olduğunu araştırmama rağmen bulamamış olsam da sadaka hakkında söylediklerinde hiç mi doğruluk payı yok?

 

 

ayseaksayy@hotmail.com

Yorum

Bu Habere Yorum Yaz

Yorumunuz Editörlerimiz tarafından kontrol edildikten sonra yayınlanacaktır.*