Marquis de Sade ile Erdemsizlik Üzerine

Sade, kitabında Dolmance isimli bir karakterin ağzından konuşuyor. Dolmance’ın söyledikleri, yazarın kendi düşünceleridir. Biz onun aracılığıyla Sade’ın fikirlerini, varsa eğer değer yargılarını öğreniyoruz. Aslında yazarın hiçbir değer yargısı yok, hiçbir erdeme inanmadığı gibi bu erdemleri de, bunu savunanları da aşağılıyor sürekli. Onun gözünde suç diye bir kavram da yok. Aslolan tek şey vardır bu da kişinin yaşadığı haz, bunu engelleyen ne varsa düşmanıdır. Bu hazza ulaşmak için yapmayacağı hiçbir şey olmadığı gibi bu hazzı beraber yaşadığı kişinin duygularını ya da o hazzı paylaşıp paylaşmadığıyla da ilgilenmez. Kişi bencil olmalıdır en nihayetinde, bu durumda partnerinin keyif alıp almadığı hiç de umurunda olmuyor.
Doğa hazdan sonra tüm düşüncelerini vardırdığı en önemli kavramdır Sade’ın. Tanrıya inanmadığını söylerken ilginçtir ki her orgazm sırasında Tanrı’ya küfürler eder. O noktada yok saydığı Tanrı’ya aslında kızgınlığından mı böyle konuşuyor diye düşünmeden edemiyorum. Neticede küfür bile ederken onun varlığını kabul etmiş olmuyor musunuz? Tanrı yerine Doğa’yı kabullenir, her türlü yozluğunu doğaya bağlar. “Doğa bize vermezdi” diyerek tüm akıl dışı davranışlarını haklı çıkarmaya çalışır. Doğa bize bir fikir veriyorsa yapmamızı istediği içindir, o zaman suç sayılamaz. Örneğin adam mı öldürmek istiyorsun, bunun örnekleri zaten var, üstelik doğa bunu kabul etmeseydi sana o fikri vermezdi, diye savunur kendini. Doğanın bu yasalarına karşı gelmeyi insanın ayıbı sayar. Suç teşkil eden davranışları bize doğanın verdiğini söyleyerek haklılaştırmaya çalışırken aynı doğanın insana olumlu duygular ve davranışlar ilham edebileceğini kesinlikle reddederek bir kez daha çelişir kendiyle.
Cinsel konularda da hiçbir sınırı yoktur Sade’ın. Pedofili, sadomi, ensest… Bunlar aptalca kavramlardır. Zaten her erkek tüm kadınlardan yararlanma hakkına sahiptir. Kadın bunu istemediğinde doğa erkeklere gereken kuvveti verdiğine göre bu gücü de kullanıp tecavüz etme yetkisi de vermiş demektir. O zaman sorun yok. Çocuğun yaşı filan da gereksiz bir sayıdır. Onun sağlığını tehlikeye atsa bile zevk aldığı sürece faydalı ya da zararlı olması hiç önemli değildir.
Sade, Dolmance’ın ağzından konuşurken hiç mi bir kişi itiraz etmeyecek diye kızarken kitabın ensestlerinden Şövalye’den cılız bir itiraz yükselir. Merhametten, insanlıktan, iyilikten, vicdan azabından bahsetmeye çalışırken Dolmance onu deneyimsizlikle suçlar. İnsanların nankörlüğüyle, kalleşliğiyle onun da elbet tanışacağını söyleyerek susturur onu. Zevkin doruğundaki Şövalye’nin susup kendini hazza teslim etmesi de zor olmaz.
Sadizmin babasının “aptal” olarak aşağıladığı ben onun düşüncelerinden ürkmüş, şaşkınlıktan mide bulantılarını unutmuş, tüm bu düşüncelerin sağlıklı bir kafadan çıkamayacağına ikna olmuş olsam da iki nokta var ki cidden düşünmeye değer buluyorum.
“Erdemli oldukları söylenen kadınlara aldanma Eugenie. Onların tutkuları bizimkiyle bir değildir, onlar başka tutkuları dikkate alırlar ve bunlar genellikle çok daha aşağılıktır. Bunlar hırs, kibir, kişisel çıkarlar ve çoğu zaman da onlara hiçbir şey öğütlemeyen bir yaradılışın soğukluğudur. Böylesi varlıklara saygı duymalı mıyız, sorarım sana? Kendilerini sevmekten ötesini becerebilmişler mi? Kendilerini tutkular yerine bencilliğe kurban ettikleri için daha mı iyiler, daha mı akıllılar?”
Kendilerini bencilliğe kaptırmış kibirli bu insanların daha iyi olmadıklarını kabul ediyorum ama kitap boyunca bencilliği ve sevgisizliği göklere çıkaran yazarın bu olumlu duygularla bir yerlere varması yine bir çelişki olmuyor mu?
İkinci nokta sadaka konusu. “Yoksulları sadaka almaya alıştırmak enerjilerinin boşa gitmesine sebep olur; senin yardımlarını bekledikçe çalışmayı bırakır ve sadaka bulamadığında da hırsız ya da katil olurlar… Hiç sadaka vermeyin ve düşkünler evini kaldırın. Talihsizlik içine doğup sonradan bu tehlikeli desteklerden mahrum kaldığını gören kişi, dünyaya geldiği koşullardan kendini kurtarmak için doğanın tüm cesaretini, tüm kaynaklarını kullanacak ve artık sizden yardım dilenmeyecektir.” deyip Çin’de hiç yoksullar evinin olmadığının örneğini verir. Orada herkes çalışır, herkes mutludur. Ve orada herkes “yoksul da nedir” diye birbirine sorar. Çünkü bu kelimenin anlamı yoktur onlarda. Sade’ın o dönemki Çin hakkında söylediklerinin ne kadar gerçek olduğunu araştırmama rağmen bulamamış olsam da sadaka hakkında söylediklerinde hiç mi doğruluk payı yok?
ayseaksayy@hotmail.com
Yorum