Olsun!

Paylaş

Hep sağ ayağımla çıkardım sevdiğim, tekrar gelmek istediğim şehirlerin otellerinden. Kapıya sağ elimle iki kez sonra en son sol elimle bir kez dokunup öyle kapatırdım. Hatta yanımdakilere de - onlarla tekrar gelmek istiyorsam aynı kente - aynı şeyi yaptırırdım. Batıl inanç işte! Akademik ama batılsın derdi bir zamanlar çok sevdiğim biri; böylesi her huyuma yanı başımda gözcülük ettiğinde...

Uyuyakalmıştım yorgunluktan. Saate baktım. En telaşlı günü birkaç saat önce geçmiş olmuş hayatımın. Elim kolum kalkmıyor kamyon geçmiş sanki üzerimden. Gün gelip nemalanıp prim de yapacakmış insanlar üzerimden. Hiç suçunuz yokken suç aradığınız olmuştur kendinize, bende sorguya çektim kendimi bugün işte. Ona bilmediği bir yol mu çizmiştim? Tahmin etmediği bir pozisyonda mı kalmıştı tek başına? Neyi bilmiyordu en başında şimdi söyleniyor Allah aşkına? Olacak ama aşacağız dediğimiz her şeyi habersizce başına gelmiş gibi kullanıp ve anlatıp etrafına, çıktığımız bol virajlı yolda sona yakınken geri vites ithamları mıydı bunlar yoksa? Kendimi geç kaldım diye suçlamaya bile kalktım. Ayağı kalktım güç bela, sabah edene kadar düşündüm yeniden; en baştan - her şeyi - en sona. Hayatın altın bir kuralı vardır; hatalarınıza da sahip çıkmayı öğrenince büyümüş oluyorsunuz. İnandığınız doğrular ufacık darbelerle eğilip bükülmemeli hemence, en azından bence. Her olumluya sahip çıkıp ters giden şeylerde sen yaptın diye suçlamamalı insan karşındakini neticede. Peki sen diye sormaz mı sanıyorsun bir şeyler zamanı gelince? Her neyse...

Üzülüyor tabii insan başlıyorum sanarken sona gelince. Üstelik ben hala yakıştıramıyordum bu sonu, kafamda yüzlerce, binlerce cevapsız soru... Baktım ki kalmamış yolu, tükenmiş gücü ve tükürmüş içine çekip mürekkebini artık içimdeki senarist son kaleminin ve yazamaz olmuş onlu hayatımın yeni bölümünü. Şimdi ihale birine yıkılmalıydı artık, topuyla tüfeğiyle beni suçluyordu. Tanıdığım etrafından en kolay etkilenen kişi de, bize sahip çıkamayan da oydu! Olsun. Geçmiş olsun, geçmiş olmuştu. İnşallah geçmiş olmuştu. Öğrendim ki gerçek sandığım hislerde geçmiş olabiliyormuş zira olmuştu. Dostlarım geçeceksiniz, en kötü son buydu; söylemeyin bana iyi niyetli teselli cümlelerinizi...

Gideceğin yolu tam karşına almışsan dönmen gerekmez her başıboş köşeyi. Söz vermiştim aylar öncesinde, öfkemi de gururumu da çıkarıp içimden - onun için - koydum yanıma. Gerçi gördüm ki insanlar güçsüz sanabiliyor bazen öfkeden arınınca. Olsun... Denenirdi her yol onu kazanma pahasına... Ayaklarımın altı su toplamıştı koşuşturmaktan. Sağ tabanımdaki su yırtılan derimden dışarı kusmuş. Ayakkabım sağ bileğimi yara yapmış. Ama hiçbiri canımı yakmıyordu yemin olsun. Ya canımın acısı duyarsızlaşmıştı ya ayaklarımdan daha çok canımı acıtan yaralarım kanamıştı, daha derinlerde. Bitmişti. Uğraşlarım dibe ulaşmayı bırakıp zemini delmişti. Gitme vakti! Otel odasının kapısına yürüdüm. Her adımımda sanki içimden bir şeyler döküyordum. Kendimle gurur duyuyordum. Birine bağlı kalabilmek kolaydı ama ben o yokken bunu yapmıştım zor olan da buydu. Son damlama kadar savaşmıştım, kazandım zannettim bir ara; aynı safta savaştığımla zaferi kutlamak için döndüm heyecanla arkama da, yerde ki; galip taraftaki bu kan gölü de neydi şimdi? Karşımdakilerin gücü yetmemişti ama sırtımdan vurulmuştum. Yine de kendimle ilk kez böylesi gurur duydum. Gururumu bir tarafa koyup gurur duymanın garip hazı tüm bedenimde, mücadelemin kuruttuğu dudaklarımı dilimle nemlendirip, elbet gören vardır diye yaradanı kendime şahit tutarak yürüdüm kapıya. Arkama baktım. Belki de aylar sonra ilk kez bu kadar rahattım. Arkama baktım, çok fazla şey bırakmıştım. İki ayağımı birleştirip eşikte sol elimle kavradım ardına kadar açtığım arkamdaki kapının elceğini. Bilmesem de birçok şeyin, öğrensem de sonucun değişmeyeceği gerçeğini, umursamadan ve düşünmemeye söz vererek bir gün gelip gelmeyeceğini, ardımdan çığlık atan direnişlerime inat, söyleyemediklerimin şimdi etkisiz olacağını zamanı gelince ben söylemeden zaten anlaşılacağına emin olup dişlerimi sıkmaktan vazgeçerek; zihnimi, yarı yolda ulu orta beni yapayalnız bırakanın üzerinden çekerek, sol ayağımla tek seferde çıktım kapıdan. Sağ elimle bavulumu yere bırakıp kapıya dokunacak oldum. Ama söz vermiştim eski alışkanlıklarımı bugün bu odaya bırakacaktım. Daha sıkı sarıldım daha azını geri götürürüm umuduyla; üç gün için dört tane ayakkabı beş tane pantolon getirdiğime isyan eden bavulumu çekmeye yarayan o aptal şeye...

Tek kötü kelime etmeden, eleştirmeden, çirkinleşmeden gidiyordum. Kapının arkasında kaldı bir yanım biliyordum ve otobüs hareket ettiği o dakikadan itibaren artık kayıp parçalarıma uygun bir donörden nakil arıyordum. Geçmişime saygıyla ama muhakkak herkese layığıyla, küfürle değil; mutlu ol, üzmesinler seni benden uzaklarda naralarıyla ve bana emanet son gözyaşlarını bir daha hiç gelmeyeceğim o şehre akıtarak gidiyordum. Ömrüm demek geliyordu içimden onun her fotoğrafını gördüğümde oysa şimdi "Hoşçakal ömrümün kayıp tarafı!" diyordum. Değdi mi sanki yaptıklarına? Bir daha asla eskisi gibi sana bakamayacak olmama, sen olmayan hayaller kuracak olmama değdi mi? Hoşçakal... Üzmesinler seni benden uzaklarda! Anne; git oğlum, seni ben doğurdum ve sen sevemezsin bir başkasını böyle demiştin ya bana gitmeden birkaç gün önce... Üzülme sakın böyle dönüyorum diye! Vardır elbet daha doğru bir kapı. Belki çok yakındır belki vardır zamanı. Allah yukarda. Yıkan da o daha iyisini yapan da! Yalnız bilirim ödüllendirilmez herkes; mükâfat da ondan ceza da... Şimdi yeniden başlama zamanı; ayırdı rabbim ve gösterdi bana şükür olsun sapla samanı. Hem sapları attım hem de samanı. Düşün ki beklemiyorum bile gelsin diye zamanı!

 

Yorum

Bu Habere Yorum Yaz

Yorumunuz Editörlerimiz tarafından kontrol edildikten sonra yayınlanacaktır.*