Çifte Saadet diye bir dizi keşfettim. Oyunculara bakınca bana hitap edebileceğini düşünüp izlemeye başladım. Sadece güzel / yakışıklı oldukları için dizinin oyuncu kadrosunu dolduran, oyunculuk adına hiçbir şey göremediğimiz dizilerden sonra bu dizinin kadrosunu görünce hoşuma gidiyor, başlıyorum izlemeye. Birkaç dakika sonra “nasıl ya” diye şaşırıyorum. Bir adam yıllarca önce öldü sandığı karısının ardından yeni bir evlilik yapıyor. Ama kader bu ya kadın ölmemiş ve bir gün çıka geliyor.
Adamın artık iki karısı var. Karakterleri öyle bir yansıtıyorlar ki iki kadın da erkek de ayrı ayrı sempatinizi kazanıyor; hepsi de karakterleri farklı olsa da iyi insanlar.
Erkeğin yaşadığı kötü duruma da sempati duyuyor, onun seçim yapma zorunluluğundan nefret ediyorsunuz. Özellikle kötü bir karakter yaratmamışlar ki onun seçim yapma sürecinde taraf olamıyorsunuz. “hepsi bir arada yaşasınlar o zaman.” diye bir düşünce doğuyor içinize farkında olmadan.
Farkında olmadan sanıyorsunuz ama bunu yapanlar da, oynayanlar da, yayımlayanlar da bunun çok iyi farkındalar aslında. Sizi o şekilde düşünmeye ve hissetmeye itiyorlar.
Amaç ne peki? Neden bilerek ve isteyerek çok eşlilik kavramına kavramı daha zikredemeden sempati duymanızı istiyorlar? En çok da sevdiğim o oyuncuların buna nasıl araç olabildiklerine şaşıyorum ki onlar benim gözümde bir duruşu, kendilerine has bir var oluşları olduğunu düşündüğüm ve sevdiğim oyunculardı. Ama şimdi onlara olan tüm bu olumlu düşüncelerim yerle bir olmuş durumda. Pastadan dilim kapmak için bir insanın “sanatçı” ise bunu yapmalarına affedici olamıyorum. İnsanlarda oluşturduğunuz bu yapıyı böyle bir çırpıda yıkıp nasıl atabiliyorsunuz? Yapanlardan, yayımlayanlardan hatta buna sessiz kalan o üst kuruldan daha çok bu oyunculara kızıyorum. Diğerlerinin isimlerini bilmezken bu oyuncularla onların haberi bile olmadan aranızda bir bağ kuruyorsunuz. Önce sadece yetenekleri ilginizi çekerken bir süre sonra bu yetmiyor. Yetenekli o kadar çok insanın arasında onlar için belirleyici farklı bir şeyler olması gerekiyor o bağın güçlenmesi için. Başka türlü şeyler arıyorsunuz. Yaptıkları işin kalitesini, özel hayatlarını, insanlarla olan ilişkisini, kültürlerini, görgülerini, duruşlarını, hayata bakış açılarını filan görüp alanı daraltıyorsunuz. Aradığınızı bulduğunuz o yetenekli insanlarla da bağınız güçleniyor. Sonra bir gün karşınıza bambaşka bir şekilde çıkıyorlar ve hayal kırıklığı. Gözünüzde büyüttüğünüz için kendinize de kızıyorsunuz ama sizi hayal kırıklığına uğrattıkları için onlara daha çok kızıyorsunuz ve artık ne yaparlarsa yapsınlar sıradan oyunculardan öteye geçememeye mahkûm ediyorsunuz onları.
Görselliğe saplanıp kaldığımız için hıncımızı oyunculardan alıyor ve ekranın ardında kalanlara tek bir laf etmek aklımıza gelmiyor. Mesela hiç hoşlanmadığımız ve tepki üstüne tepki yağdırdığımız bir projede yer alan oyuncuların dışında o projedeki bizim görmediğimiz imza sahiplerinin farklı bir görsel kadroyla yaptıkları diğer projede tepkimizi devam ettiriyor muyuz? Pek sanmıyorum, o oyunculara tepki gösterip artık onları takip etmeyerek onları cezalandırırken asıl imza sahiplerine aynı tepkiyi vermiyor ve onlara para kazandırmaya devam ediyoruz. Bize uygun olmayan her programı üst kurula şikâyet ederken üst kurulun sessiz kaldıklarına tepki vermiyoruz. Olur olmaz cezalar yağdırırken böyle bir kavramı yerleştirmeye çalışan bir diziye neden sessiz kaldıklarını sorgulayabiliriz pekala. O zaman olay “düşünce özgürlüğü” kavramına kadar gidiyor. Onlar gibi düşünmeyene tüm kapıları kapatıyorlar diye onları eleştirirken bu sefer eleştirdiğimiz duruma biz düşüyor olmuyor muyuz? Toplumun genel ahlakı diye bir sav atarız bu sefer ortaya. Kime göre diye cevaplarız ve bunun sonu gelmez. Ben tüm yayın organlarının her türlü düşünceye açık olmasını savundum, bize uysa da uymasa da. Şimdi bu düşünceyi savunurken “bu dizi insanlarda çok eşlilik kavramını yerleştiriyor” deyip kaldırılması gerektiğini nasıl savunabilirim ki? Kendimle çelişmez miyim? Ama bu kadarı da olmaz ki ya diye isyan ediyorum. Kendimle çelişmemek adına, düşünce özgürlüğü diye buna da sessiz kalamayız ya. Toplumumuzdaki kadın eşitliğini her yere ulaştırmak için yıllarca çabalaşmışken, çok eşliliği kaldırmak için o kadar uğraşmışken şimdi televizyon sayesinde bunun yerle bir edilmesine sessiz kalmak, hem de bunu “düşünce özgürlüğü, demokrasi” gibi mücadelesini verdiğimiz kavramlarla yapmak kendiyle çelişmektir bence. Kimse kusura bakmasın, böylesine ahlaksız kavramlar, bu kutsal kavramları kullanarak insanlarımıza enjekte edilemez.
ayseaksayy@hotmail.com
Yorum