Yok Artık; Artık Yok

Paylaş

Bölüm 2
Aşağıya inip hızlıca hastalarımı bitirdim. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı çok kestiremiyordum, şaşırmıştım. Gizem’i almak için yukarı çıktım. Hemşire odasında kahkahalar kopuyordu. İçeri girdim.

-Allah muhabbetinizi arttırsın!

-Doktor bey; biz Gizem hanımı bırakmıyoruz, siz gidin.

Gizem güzel konuşuyor; aurasıyla insanları kolay etkiliyordu. Zaten birçok telefon konuşmamız Kurtlar Vadisi havasında; ya da karşılıklı atışan iki ozanın kitap ortası cümleleriyle ilerliyordu. Belli ki hemşire hanımları da tavlamıştı kolayca. Sarılmalar, öpüşmeler, telefon numaraları alıp vermelerden sonra çıkabilmiştik odadan.

-Cidden öylesine mi geldin sen deli kız?

-Bir kovmadığın kaldı; gideyim istersen…

-O dövme nerden çıktı bakim?

Son derece masum bir ses tonuyla ama birkaç adası olan bir iş adamının zengin kızıymış edası ve şımarıklığıyla;

-Beğendiğim bir kitaptan, beğendiğim bir cümle.

-Peki ya pusula?

-Benim olsun; beni göstersin bu cümlenin pusulası; bundan sonraki tüm yazarların tüm güzel masalları beni bulsun manasında…

Ve arabama doğru sessiz birkaç adım sonrasında... Plansız yakalanmıştım. Anlamış olacaktı ki merkeze gitsek ya dedi Gizem. İlçe ile il merkezi arası yaklaşık 45 dakikaydı. Diğer doktor arkadaşıma acil bir durum için biraz uzaktayım haberini verip yola koyulduk. İyi fikirdi aslında. Bir şehirde deniz olmalıydı ve deniz varsa vakit geçirmek kolaydı. Yemek için bildiğim bir yere götürdüm Gizem’i. Anlat bakalım dedi; seni iyi gördüm.

Gerçekten biraz toparlamıştım. Dibe vurduğum da oluyordu ama sanırım alıştırmıştı beni yokluğuna Eylül. Bıçak bile aynı yere aynı acıyla defalarca saplanmazdı ya sonuçta. Ya da sonuna kadar girdikten sonra daha derinde bir iz saptanmaz… Son yaptıkları sık sık aklıma geliyordu hem. Nasılsa bir ara bizden vazgeçecekmiş diyordum bizden; şimdi ya da sonra. Belki de benim tanıdığım Eylül tanımak istediğimmiş; gerçeği son gördüğüm gibiymiş, böyleymiş… Yapmamış mıydı sanki yapma dediğim ne varsa?  Yine de öyle cümleler etmişti ki kabullenemiyordum. Kulağımda çınlıyordu dibe vurduğum zamanlarda. Tam da bunları anlattım Gizem’e.

-Sen anlattıkça ben hala ‘yok artık’ diyorum; kızma ama seni birazcık sevmiş olsa bunların hiç biri olmazdı.

-Bence beni seviyor hala ! Hatta belki özlüyorda…

Karşımdaki sevimli kız son derece ciddileşti bir anda;

-Sevseydi seni; kalabalık mutlu etse bile, başını yastığa koyunca seni dilerdi, hiç bilmediği düetlerde Cem Adrian’ın pes sesindeki o isyanı dinlerdi. İçindeki sen değil; senden ayrı geçen zaman bitsin diye dua ederdi. Ve hepsinden öte özleseydi söylerdi. Şimdi sen söyle hala kimi bekliyorsun?

Böyle bir cümle beklemiyor olacaktım ki savunmaya geçmek zorunda hissettim kendimi;

-Başka sorunlar var. Biliyorsun Gizem; aileler, yaşananlar, birikmişlikler…

-Senin de yok mu aynıları? Neden sana göre sarılınca ona göre kaçınca geçecek? Onun yaptıklarını sen yapar mıydın ona?

-Asla !

-Çatlardı sabır taşı olsa. Sonuçta sen gibi o da seni kaybedebilir değil mi? Bunu göze almamış olsa, bir kez olsun aramaz mıydı Allah aşkına? Tek bir mesaj da ‘bekle’ yazdı mı sana? Aileni sen alıyorsun karşına, o nasıl anlatıyor acaba seni onlara? Duruyor mu yaşadıklarınızın arkasında; saklıyor mu yoksa? Defalarca git demedi mi; sen böyle anlatmadın mı bana?

Daha anlatacak oldu ama canımı yakıyordu söyledikleri. İlk kez bu kadar sert ve direk konuşuyordu bana karşımdaki biri. Araya girmeye çalıştım. ‘Gurur yapıyor!’ diyebildim. Küçük bir kahkaha attı. Kafasını iki yana salladı. Ellerini yüzüne koydu.

-Ay çocuk sinir etme beni! Sen hayatındayken, hayatından çıkardıklarını geri almadı mı tekrar hayatına. Bu gurur sadece sana mı? Söyle bana! Düşündün mü neler söyledi, nelerden vazgeçti, ne imtiyazlar tanıdı onları tekrar sokarken, öyle ya da böyle hayatına?

Kan beynime vurmuştu. Genelde sesim yükselir; bağırıp çağırırım böyle zamanlarda. Ama ne diyeceğimi bulamamıştım. Sustum. Erkek olmak zor iş. İçime ağlıyordum. Doğru söylüyordu. Tarafsız herkes böyle düşünüyordu muhtemelen. Ben sustum da susuyor muydu sanki Gizem;

-Günlerce yol gittin de ne kadar zaman ayırdı sana? Zamanı yok muydu yoksa. Kimseye zaman ayıramıyor zaten değil mi? Her gün üzülüyor o da? Yoksa sorun ailesi mi? (yüzünde son derece gıcık; acımakla dalga geçmek arasında bir gülümsemeyle konuşuyor.) Sen kan davalının kızını bile ikna edip alırsın oğlum; o anlamadı mı daha; ben bu kadarcık süre de anladım da? Seni suçluyor da inanıyor mu kendine kendisi? Ne zaman…

-Gizem yeter n’olur! Sen nasılsın, kendinden anlatsana …

Gözyaşı neden tuzludur bilir misiniz? Açıksa yaralarınız daha çok  canınız yansın diye; acımaz acınıza gözyaşınız. Bu yüzdendir ki ağlayınca geçmez bazen.

Sustu Gizem… Sanki bir kağıttan okuyordu söylediklerini zaten. O kadar inanarak ve ben ne kadar kaçırmaya çalışsam da gözlerimin içine bakarak söylüyordu ki, sustu da; sesi kaldı kulaklarımda.

-Siz de çay alır mısınız beyefendi ?

-Sen çayı boş ver önce bir su ver ona…

Karşımdan kalktı Gizem yanıma oturdu. Sol elini sağ bileğimin üzerine koydu.

-Özür dilerim. Haddimi aştım biraz sanki.

Cevap veremiyordum. Devam etti;

-Kızdın biliyorum ama birisi uyandırmalı seni. Eylül için nasıl göremez gerçekleri diyorsun; birisi onu uyandırmalı. Bence de öyle. Haklısın da üstelik, pişman olacaktır. Yaraları tekrar yakacak canını, düşünce üzerindeki eğreti yara bandı. Haklısın çok özleyecek yaşadıklarınızı. Hepsinden öte birisiyle uyumanın bağımlılığı, bir sürü güzel anı… Ama sana bu kadar ‘yok artık’ dedirten birinin artıklarını çöpe bırak artık. Yaptıkları kendini sende yok etmedimi artık. Sence bu kadar yok artık sonrası ‘artık yok’ diyebilmenin zamanı gelmedi mi ona hala? Hangi yüzle gelebilecek kapına?  Senin acın geçecek, söz veriyorum; devredeceksin acını ona. Belki de gitti diye minnettar kalacaksın Eylül’e. Yeni bir hayata başla. Birini al demiyorum hayatına ama gözden kaybolana kadar gidişinin her adımını izledin; sen de artık durma orda! Senin kim olduğunu sen anlatamazsın ona; uğraşma! Ve anlayacak emin ol zamanla… Seni suçladığı her şeyin açıklamasını tek tek yapmadın mı sanki ona? N’olur üzülme ve inan bana o da biliyor; senin hataların değil neden, bahane hepsi. Bakma bana öyle sinirli; bence bu yaştaki bir kızın en komik bahanesi de ailesi… Aslında sizinkisi artık klasik bir hikaye haline geldi ve tüm böyle hikayelerdeki gibi acın çok yakında geçecek. Neden biliyor musun? Çünkü elinden ne geliyorsa yaptın sen ve gördün; o hiçbir şey yapmadı. Senin hiç keşken kalmadı… Ve mutlu değil onun bundan sonra ki hikayesi senin gibi.

Aşk; vazgeçmektir zannedenler bence de haklıydı. Yalnız vazgeçilecek obje onların sandığından tabi ki farklıydı. Aşktan değil yaşadığın hayattan vazgeçeceksin seviyorsan; seviyorum diyorsan. Yani aşk bir nevi karşıdakine göre kendi hayatını modifiye etmekti. E zordu tabi. Peki aşk biter miydi? Ya da yeniden olabilir mi? Hayır tabi ki. Aksini iddia edenler yaşadıklarını aşk zannetmiş zavallılardan ibaretti.  Yazık ki onlar aşkı hiç bilememişti; fikirleri vardı çünkü yaşadıklarını aşk sanmışlardı. Ama ihanet aşkın kötü niyetli komşusuydu. Aşk şüphesiz iki kişilikti ve biri ona ihanet ederse diğerine düşen alışmak –unutmak diye bir şey yok- ve gitmekti. Haklıydı belki de Gizem; belki de gitme zamanı gelmişti.

Sesini inceltti sonra; gamzesini iyice öne çıkarıp muhtemelen daha sevimli görünmek adına;

-Ama senin de uyanman gerek ponçik.

-Ponçik ne be şapşal?

Hızlıca çayından birkaç yudum aldı. Kalk hadi dedi Gizem namaz kılmalı…

Düşününce gerçekten garipti Gizem’in bu kadar tesadüfi hayatıma girmesi. Beni tüm hikayeden bir adım daha geri çekiyordu her gün sanki. Üstelik inandırıyordu da ve vurguluyor; bu mecburi bir geri çekilişti.

-Kalacak mısın Gizem yoksa dönecek mi?

-Hafta sonu tependeyim kaptan. Sana da oda ayırttım hatta. Yalnız başıma burada beni bırakmak istemezsin ya sonuçta…

Birkaç yere daha uğrayıp bir şeyler içmiştik. Sohbet bana da iyi gelmişti ama zaman epeyce geçmişti. Kolayca bulabildim yer ayırttığı oteli, şehrin en bilindiklerindendi.  

-İyi geceler, geç uyanma sakın!

-Ayıp olacak doktor arkadaşa inşallah acil bir şey çıkmaz Gizem.

-Bir şey olmayacak merak etme. Artık kötü düşünme, git uyu hadi pesimist, huysuz, çirkin….

-Hop hop… Yavaş gel. Hadi iyi geceler.

Odama gittim. Üçüncü kattaydı. Denizi gören küçük bir balkonu vardı. Birkaç dakika dikildim balkonda. Soğuktu ama Gizem’in söyledikleri içimi fazlasıyla yakmıştı. Derken düşüncelerime neşter saplarcasına telefonum çaldı…

 Devam Edecek...
Dr. Yunus Emre Purut

 

Yorum

Bu Habere Yorum Yaz

Yorumunuz Editörlerimiz tarafından kontrol edildikten sonra yayınlanacaktır.*